Ana Sayfa Arama Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Dr. N. Linda Fraim

Sağlık Çalışanlarına Saldırmak Daha İyi Hizmet Getirmez…

Kıbrıs’ın güzelliklerini anlatmayacağım bu yazımda. O sizin fırsatını bulduğunuzda Kıbrıs’a gelip yapacağınız şeylerden bir tanesi. Bu yazımda bahsetmek istediğim şey sağlık çalışanlarına karşı uygulanan şiddet. Bir sağlık psikoloğu olarak bu benim çok canımı sıkan bir konu olmaya başladı ve her fırsatta dile gelmesi gerektiğine inanıyorum.

Hastalandığımız zaman canımız baldan tatlıdır ve çare çözüm için de önce kendimiz bir şeyler yaparız baktık olmadı doğru hastaneye gideriz ve kendimizi hekimlere emanet ederiz. Ancak ağrımız ya da sızımız var ise bu “canımız baldan tatlıdır” lafı bir anda değişiyor ve hemen, o anda doktorun bize bakmasını istiyoruz. Tabii acillerde birkaç saat ağrı sızı içinde bekledikten sonra ne sinir kalıyor ne de sabır ve gelen sağlık personelinden yine yardım istiyoruz fakat aldığımız cevap ya olumsuz ya da o anki psikolojimize ters düşüyor. Sonuç? Sinir katsayıları tavan yapmış olmakla birlikte bize o olumsuz cevabı veren ya da duymak istemediğimiz lafı söyleyen o sağlık çalışanına sözlü ya da fiziksel olarak sataşmaya başlıyoruz. Hani sanki o an o sağlık çalışanının yakasına yapıştığımızda bizi bekleyen insanların arasından listenin başına alacak diye düşünüyoruz. Zaten kullandığımız mantık “Sen bana nasıl bakmazsın… Ben saatlerdir burada acılar içinde kıvranıyorum… Doktorsan/hemşireysen bana bakmak zorundasın!” oluyor. Teknik olarak haklı mıyız buraya kadar? Eh biraz. Madalyonun bir yakasından baktığımızda, yani kendi pencereden baktığımızda evet haklıyız düşüncemizde. Davranış olarak haklı mıyız, yani sağlık çalışanına saldırmakla? Kesinlikle hayır!

Size söyle bir pencere açsam… Sağlık çalışanının yükü açısından… Evet, burada onların avukatlığını yapmıyorum ama madalyonun öteki yüzüne de bakmamız lazım ki adil davranalım ve doğru iletişim kuralım. Devlet hastanelerimiz malum, dolup taşıyor. Personel sayıları da ortada – yetmiyor! Uzun çalışma saatleri ve 3 kişinin iş yükünün tek bir kişiye yüklendiğini düşünürsek sizi bilmem ama ben de suratsız olup lanetler okurum ve hatta yaptığım işi ne doğru dürüst yaparım ne de bana ihtiyacı olana da sırası geldiğinde destek veririm. Herkesin çalışma kapasitesi ve kaldırma kapasitesi belli. Ortalama bir insan 20 kg rahatlıkla kaldırabiliyorken siz ona 50 kg kaldırın derseniz ne olur? O kişi belirli bir süre için, dayanabildiğince kaldırmak için kendisini parçalayacaktır. Peki ya sonrası? Sonrasında da uzun vadede kaldırabildiği kadarını kaldırıp geriye kalanını fırsat bulursa kaldıracaktır. Dolayısıyla devlet hastanelerinde çalışan sağlık personelinin durumunu 5 püf noktada şöyle özetleyebilirim. Bir, adamlar burunlarından soluyor politikalar nedeniyle. İki, çalışma yükleri son derece ağır ve ne yazık ki kaldırabileceklerinden çok daha fazla. Üç, performansa dayalı değerlendirme sistemiyle çalışmak zorundalar ki para kazansınlar ve bu da Sağlık Bakanlığının getirmiş olduğu bir sistem. Dört, sağlık çalışanı başına düşen hasta sayısı çok yüksek ve en fazla bir hastaya 5-10 dakika ayırabiliyorlar ve beş, çalışma saatleri korkunç uzun ben bile o kadar yoğun çalışmaya dayanamam ve kesin hatalar yaparım. Bu durum bu şartlarla sınırlı değil ancak sonuç olarak size istediğiniz hizmeti vermek istemeyen sağlık çalışanından ziyade şartlar nedeniyle hak ettiğiniz ve aradığınız hizmetle ilgiyi veremeyen bir sağlık çalışanı ile karşı karşıya kalıyorsunuz. 

Sonuç? Herkes kendi perspektifinden bakınca ortaya medyaya yansıyan görüntüler ortaya çıkıyor. Doktorlar dövülüyor, hasta yakınları hemşirelerin üzerine yürüyor, özel güvenlikler ve polisler devreye giriyor, ölümler oluyor, darplar söz konusu oluyor ve hastanelerin acil servislerinde asla yaşanmaması gereken tatsız ve çirkin olaylar yaşanıyor.

Yanlış anlamayın… Burada kimsenin avukatlığını yapmıyorum. Herkes kendince de haklı. Fakat bazı sağlık çalışanların olumsuz, saygısız ve terbiyesizce tutumlarına ben de şahit oldum. Her ne kadar da o anda o kişiyi bir kaşık suda boğmak geldiyse de içimden yapmadım. Ancak düzenli olarak yazdığım bir sağlık dergisinde yaşadıklarımı ve gözlemlediklerimi dile getiriyorum – bu dergi bütün hastanelere, üniversite hastanelerine, ilaç firmalarına ve Sağlık Bakanlığı’na dağıtıldığından dolayı bu örnekleri özgürce paylaşabiliyorum. Paylaşıyorum ki bir umutla ufak da olsa bir değişim söz konusu olur. Sizin böyle bir imkânınız yoksa da yapacağınız iki şey var: bir, yaşadıklarınızı başhekime yazılı bir şikâyet olarak iletmek (yazılı olunca işleme sokmak zorunda) veya iki, bana gönderin yaşadıklarınızı ben sizin adınıza dile getireyim (linda.fraim@gmail.com) .

Bana henüz kimse çemkirmedi ya da sataşmadı fakat çemkirip sataşsa bile çok da ciddiye almam. Neden mi? Çünkü ortam ve çalışma şartlarını biliyorum. Fakat olmuş olsa da öncelikle kişinin kendine gelmesini söyledikten sonra söyledikleri bir kulağımdan girer öteki kulağımdan çıkar çünkü şahsıma yapılmış bir tepki olmadığını biliyorum. O an piyango bana patlamıştır. Doğru mudur yaptığı? Tabii ki değil. Fakat yangına körükle gitmenin de bir âlemi olmadığı gibi kimseye de faydası yok. Her ne kadar son günlerde ülkemizde herkes kendi adalet sistemini yaratmaya başlayıp kendi işini kendi görmeye çalışsa da sağlık çalışanlarına saldırarak ya da sözel tacizde bulunmak bizlere daha iyi hizmet getirmez. Herkesin sinirleri her ne sebepten ötürün fazlasıyla gergin olması ve ne yazık ki tolerans ve hoşgörümüzü kaybedip benmerkezci olduğumuzdan dolayı istediğimiz gibi gitmeyen bir şey olduğunda “ya Allah” diyip saldırıya geçiyoruz. Evet, canımız baldan tatlıdır hasta olduğumuzda ama harekete geçmeden önce de ben dâhil hepimizi mantıklı hareket etmeye, doğru iletişim kurmaya, hoşgörülü ve toleranslı olmaya davet ediyorum. Bu özelliklerimizi kaybetmeyelim ve her alanda lütfen sergileyelim.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER