Pandemiyle başlayan, savaşlarla devam eden küresel krizler tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de ekonomik dengeleri altüst etti. Ancak Türkiye’nin yaşadığı tablo, sadece ekonomik değil; derin bir vicdan meselesine dönüşmüş durumda.
Bugün markette 15 TL’ye satılan bir ayranın bir fast food zincirinde 50 TL’ye, 40 TL’lik bir içeceğin bir restoranda 125 TL’ye sunulmasını açıklamak için ne enflasyon yeterlidir ne de kur artışı.
Esnafın dilinde kira ve personel giderleri var. Evet, maliyetler arttı. Ama bu artışla hiçbir ilgisi olmayan astronomik kâr marjları da gözlerden kaçmıyor.
Kriz dönemlerinde tüm dünyada devletler sosyal dengeyi korumaya çalışırken, bizde bazı kesimlerin zarar telafisi bahanesiyle krizi fırsata çevirdiği bir dönem yaşanıyor. Oysa bu, artık bir ekonomi meselesi değil; bir ahlak sorunu halini aldı.
Bu gidişat durdurulmazsa olan yine vatandaşın cebine olacak. Peki çözüm yok mu? Elbette var:
Fahiş fiyat uygulayan işletmelere karşı ciddi denetimler ve caydırıcı cezalar şart.
Ticari mülk sahiplerinin keyfi kira artışlarına sınır getirilmeli.
Adil fiyat politikası izleyen esnafa vergi teşviki ve destek sağlanmalı.
Kooperatifleşme yaygınlaştırılarak üretici ve tüketici doğrudan buluşturulmalı.
Belediyeler sosyal işletmeler kurarak piyasaya kamu yararı lehine müdahil olmalı.
Tüketiciye fiyat şeffaflığı sunulmalı; neye ne kadar ödediğimizi açıkça bilmeliyiz.
Vatandaşlar olarak bizler de bilinçli tüketici olmalı, fırsatçılığa boyun eğmemeliyiz.
Unutulmamalıdır ki bir toplum ekonomik sıkıntılardan çıkabilir. Ama etik değerlerini kaybeden bir toplumun toparlanması çok daha zordur. Bugün tartışmamız gereken sadece gıda fiyatları değil; hangi değerleri ne uğruna feda ettiğimizdir.
Kriz değil, vicdan kaybıdır asıl tehdit.