Türkiye’nin gündemi hiç şüphesiz 16 Nisan’da yapılacak olan referanduma kilitlenmiş durumda. Yerelde ve genelde siyaset çok hareketli, meydanlar hararetli. 18 maddeden oluşan Anayasa değişiklik paketine karşın bir yanda ‘EVET’ diğer yanda ‘HAYIR’ için çalışan siyasetçiler kapı kapı gezip destek arıyorlar. Toplumsal hafızamız da da tüm bu gelişmeler apayrı bir yer edinerek tarihe not düşüyor. Sosyolog ve İletişim Uzmanı Hacer Ömür Efe ile referandumu konuştuk. Aynı zamanda blog yazarlığı da yapan toplum uzmanı Sosyolog Efe, ‘Kavga dili değil, etik değerler çerçevesinde yaratılmış ikna dili kazanacaktır” diyerek 16 Nisan halk oylamasına ilişkin önemli tespitlerde bulundu.
YEREL GAZETE – Bir uzman yaklaşımıyla; yaklaşmakta olan 16 Nisan referandum sürecinde, siyasilerin toplum üzerinde oluşturmuş olduğu durumun analizini nasıl değerlendirebiliriz?
Sosyolog ve İleşitim Uzmanı Hacer Ömür Efe; Anayasa değişikliğini konu alan bu referandum, “Evet” ve “Hayır” şeklinde iki seçenekli olarak önümüze kondu ve toplum da tam anlamıyla evetçiler ve hayırcılar şeklinde ikiye bölündü. Mecliste grubu bulunan tüm siyasi partilerin seçmenlerinin yanı sıra, mecliste bulunmayan partilerin sempatizanı olan seçmenler de kendilerini fikren yakın hissettikleri siyasi partilerin referandum konusundaki açıklamalarına odakladılar. Ancak şöyle keskin bir ayrım yok; aynı partinin seçmeni olan topluluklar istisnasız o partinin tercihini benimsiyor diye bir görünüm yok ortada… Tersine aynı siyasi partinin seçmenleri dahi evetçi ve hayırcı şeklinde ikiye bölünmüş durumda ve tabii bir de kararsızlar var.
Siyasal iletişim teoreminde suskunluk sarmalı adı verilen bir kavram mevcuttur. Seçmenlerin belirli bir kesimi son ana kadar tercihini belirtmekten kaçınır ve referanduma kısa bir süre kala hangi tarafın argümanlarının daha güçlü olduğuna kanaat getirirse tercihini o yönde kullanır. Bunun nedeni, bireyin yaşadığı dışlanma korkusudur. Grubun dışında göze çarpmaktan korkar. Bunun yerine çevresini gözlemler, eğilimler ve bu eğilimlerin etkileri hakkında değerlendirmeler yapar ve bir süre sonra hâkim olan görüş hangi yöndeyse fikrini o yönde belirtir. Seçmenlerin evet-hayır eğiliminin yanı sıra kararsızların yoğunluğu bu referandum sürecinde özellikle çok dikkat çekicidir. Kararsızların çokluğunun nedeni, hem Anayasa değişikliğinin ne anlama geldiği ve getirecekleri konusundaki bilgi eksikliği hem de bazı siyasi aktörlerin yumuşatmaya çalıştıkları kutuplaştırıcı söylemlerin seçmenin üzerinde yarattığı tereddüt ve kaygı hissidir. Oluşan bu stresli ortamda doğal olarak seçmen tercihini son anlara kadar belirtmemeyi, sessizce gözlem yapmayı tercih etmektedir.
Yerel Gazete – Referandum süreci, kamuoyu önünde olduğu kadar, günlük rutin yaşamda işinde ve gücünde olup geçim derdine düşen bireyler ve aileleri ile komşuluk ilişkileri üzerinde nasıl etkili olmaktadır?
Sosyolog ve İleşitim Uzmanı Hacer Ömür Efe; Referandum konusu medyada gündeme geldikten ve referandum tarihi netleştikten hemen sonra gündelik yaşamımıza yeni bir münazara konusu katılmış oldu. Evimizde eşimizle, anne-babamızla, dostlarımızla yaptığımız sohbetler bir noktada, yaklaşmakta olan referandumdaki tercihimizin ne olacağına kadar uzanmakta. Bizler kendi halinde geçim savaşımızı sürdürmekte iken, birden bire medyanın gündemi bizlerin, halkımızın gündemini değiştirmiştir. Normal bir zamanda karşılaştığımızda selam verdiğimiz, hal hatır sorduğumuz komşumuzun o esnada halk oylaması sırasında yapacağı tercihi öğrendiğimizde, eğer tercihi bizim tercihimiz ile aynı ise bir dayanışma duygusu ve yakınlık hissetmekteyiz. Ancak fikri, düşüncesi, inanışı nedeniyle bizimkinden farklı bir tercih yapma eğilimindeyse zaman zaman tansiyonu artan tatlı sert tartışmalar yaşanabiliyor. Tabii bu en iyimser tanım, bazı ortamlarda halk içinde bazı kesimlerin, belli siyasilerin kutuplaştırıcı söylemlerinin etkisinde kalarak karşı karşıya geldiği ve istenmeyen bazı eylemlerle karşılaşıldığı sonuçta bir şehir efsanesi değil, gerçeğin ta kendisi…
YEREL GAZETE – Ekranlardaki anlatımlar ve tabandaki siyasi faaliyetlerin halk oylamasına katılacak olan vatandaşın gelecek umutları ya da kaygılarını ne derece etkileyebilmesi mümkündür?
Sosyolog ve İleşitim Uzmanı Hacer Ömür Efe; Her akşam televizyon kanallarında siyasi partilerin temsilcileri, akademisyenler, hukukçular, gazeteciler bir araya geliyor ve saatlerce süren tartışma programlarında sonu gelmeyen münakaşalar içerisine giriyorlar. Bu yayınları izleyen her seçmen, kendi algılama ve anlama kabiliyeti ölçüsünde kendince bir takım çıkarımlarda bulunuyor ve hangi kesimin daha dürüst bir şekilde gerçekleri yansıttığını belirlemeye çalışıyor. Seçmen tabii ki öncelikle kendisinin ve sevdiklerinin, ailesinin, eşinin, çocuğunun geleceğini düşünüyor. İçinde bulunduğumuz siyasi konjonktür de doğal olarak kaygılarını, gelecek endişelerini körüklüyor. Hayırcılar da evetçiler de etik kurallar gereği topluma doğruları aktarmak zorundadır. Buna karşılık vatandaş okumalı, araştırmalı, düşünmeli ve sorgulamalıdır. Kendi iradesiyle, vereceği kararın sorumluluğunun farkında olarak, etki ve baskı altında kalmadan, kendisinden çok çocukları için, gelecek nesillerin mutlu, özgür ve barış içinde yaşayabilmeleri için, kuru gürültüye fırsat vermeden cesur davranmalı ve bu özveriyi yerine getirmelidir.
Hayır ve evet oyu kullanacak grubu birbirine yaklaştırabilecek pozitif bakış açılı söylem ve çalışmalar üretilebilirse, iletişim bu yönde kurulabilirse biz-onlar algısı zayıflamaya başlayacaktır. Seçmeni etkileyecek en önemli olgu; dürüstlükten yana, kutuplaşma karşıtı söylemler olacaktır. Samimiyetle doğruyu söyleyen bu yarışı kazanacaktır. Bu referandumda bu nedenle bir anlamda ezberler bozulacak, seçmen hem evet hem hayır propagandistlerini kendi mantık süzgecinden geçirerek, ana akım medya organlarının yanı sıra daha özgür yayın yapabilen sosyal medyayı da imkânları ölçüsünde takip ederek değerlendirmeye tabi tutacak ve notunu sandıkta verecektir.
YEREL GAZETE – Politize bir toplum mu yoksa günlük rutin yaşam derdinde olan bir topluluk mu daha etkilidir?
Sosyolog ve İleşitim Uzmanı Hacer Ömür Efe; Burada bu topluluklar arasında etkinlik karşılaştırması yapmak doğru olmaz. Politize olmuş toplumlar ya da topluluklar, ülke gerçekleri hakkında fikir sahibi olan, siyasetle yakından ilgili, hakları konusunda bilinçli ve fikirlerini ifade edebilen kitlelerdir. Sağ iktidarlar tarafından, özellikle sosyo ekonomik sınıflandırmada en alt iki seviye olan mavi yakalı çalışanlar, kalifiye ve yarı kalifiye işçilerden oluşan D sosyal sınıfı, kalifiye olmayan işçiler, vücutları ile çalışanlar (tarım işçileri, hamallar vb.), küçük esnaflar ve işsizlerin oluşturduğu E sosyal sınıfları¹ hedef tahtası olarak kullanılmışlardır. Bu topluluklara sağ-sol, sizden-bizden algısı yerleştirilmekte, algı geliştikçe hak hukuktan vazgeçen, kendinden olmayanla savaştırılıp asli davası olan emek ve yaşamını idame ettirme mücadelesi yerine değişken suni gündemlerle oyalanan, kandırılan bir kitle yaratılmaktadır.
Diğer yandan ülkemizin koşulları, bugünlerde, politize olmuş kurum veya kişilere gerekli müsamahayı, hoşgörülü bir ortamı göstermemektedir. Bizim milletimiz 12 Eylül öncesi deneyimine sahip bir millet olduğundan, sonraki nesiller çoğunlukla apolitik yetiştirilmiş, gündelik geçim derdi, kariyer hedefleri olgularına odaklanmış kitlelerdir. 12 Eylül sonrası doğan nesil, politik konular hakkında fikir belirtmekten kaçınan, siyasetten bilinçli olarak uzak durma eğiliminde olan bir nesildir. 12 Eylül döneminin çocukları bugünün anneleri, babalarıdır ve bazı istisnalar haricinde geneli çocuklarını özgür ancak politikadan uzak yetiştirmektedirler. Dolayısıyla bu kitlelerin öncelikli gündemi gündelik geçim kaygısıdır. Her iki grubun mensupları ayrı ayrı meziyetlere sahiptir, bu nedenle kim daha etkilidir kıyaslaması yapmak benim fikrime göre doğru değildir.
YEREL GAZETE – Halk oylamalarına ilişkin, genel değerlendirmeleriniz nelerdir?
Sosyolog ve İleşitim Uzmanı Hacer Ömür Efe; Yaklaşan referandum sürecinde siyasilerin karşılaştığı bazı çifte standartlar söz konusu… Evet propagandası için her şey mubah iken, neden hayır tercih edilmelidir’i anlatacak, halkla bir araya gelinecek ortam sıkıntısı çekilmektedir. Bunun nedeni de gerçek ya da tüzel kişilerin üzerindeki görünmez baskı, stres ve çatışma ortamıdır. Nisan ayında yapılacak halk oylamasında, objektif tavırdan uzak, sert yaklaşımlar, hatalı söylemler kaybedecek, seçmene sade ve alçakgönüllü bir dil ile birlik, umut, güvenli bir gelecek vadeden, halkın sorunlarına duyarlı ve çözüm odaklı, ikna edici bir biçimde seçmen kitlesine ulaşabilen söylemler kazanacaktır. Bugünlerde, evet kanadında bulunan siyasiler ve diğer söylem seçkinlerinin eylem ve ifadelerinde sertlik, kabalık ve agresiflik göze çarpmaya başlamıştır. Hayır taraftarları sakinliğini koruyarak doğru bildiği yolda ilerledikçe bu durum onları hata yapmaya daha da yaklaştıracak ve antipati toplamalarına neden olacaktır. Kısacası kavga dili değil etik değerler çerçevesinde yaratılmış ikna dili kazanacaktır.